#Abdal ağası" #Memmet #Çavuş ve NEŞET ERTAŞ
Ve bir hatıra..
....
Neşet Ertaş'ın anası vefat edince Kırşehirli Muharrem usta, abdal köyü olan Yozgat merkeze bağlı #Kırıksoku köyüne iç güveysi girer.. Tabii #NEşet de Yozgat'a taşınmış olur..
Kırıksoku, bizim köylere yakın olduğundan Abdallar, yazın dilenir.. kışın düğün çalarak geçimlerini temin ederdi.
Özellikle harman zamanı köyleri ziyaret edip buğday vs toplar idi.
Harman vakti Abdallar; toplamaya geldiklerin de çeş başında çalışan harmandakilere selam vererek harman kenarında beklerler idi.
Allah ne vermiş ise çeş başına gelen TANRI MİSAFİRİ'ne pay vermek için davet edildiklerinde ; Ağam, gelemeyiz.. Nimete basamayız ..Vereceğinizi siz getirin " der idiler.
Harman sahibi " Ama biz hep harmandayız, buğday, arpa vs içinde.. Onu çiğniyoruz" deyince de
" Siz işinizi yapıyorsunuz.. O yüzden de niğmete basmak size helal.. Bize haram, ağam biz niğmeti çiğneyemeyiz " diyerek harmanda hasat edilen buğday, arpa, mercimek her ne var ise ona basmazlar idi.
Harman sahibi gönlünden geçirdiği miktarı mucur yada çinik doldurup toplayan abdalın omuzlarındaki heybe yada eşeklerindeki heybeye doldurur..
Abdallar, minnet ile Allah bereket versin diye başka harmana yol alırlar idi..
Akşama kadar yaptıkları mesai sebebiyle köylerine ulaşacak vakit kalmadı. Yada ertesi günde toplamaya devam edecekler ise hemen köylerine gidemediklerinden yanlarındaki yük taşıyan eşekleri ile hangi köy de akşama ermişler ise orada sabahlamaları lazım...
Bizim köyde ona yakın oda var idi.
Odalardan biri de #İşkodra, #Yanya 'da askerlik yapmış ve #Selanik'in #Yunan'a tek silah atılmadan "mecanen teslimine" şahit olan ve "ah Selenik..!" diye göz yaşı döken
Balkan
Çanakkale
Diğer oda /hane sahipleri; #abdallara yüz ve yer vermezken #Memmet #Çavuş " onlar da #İnsan" diye odasında yer verir..
Onlara yiyecek içecek verip hizmet eder/etirirdi..
Bundan dolayıda biraz da ihtihza ile diğer oda sahipleri dedeme " #Abdal ağası" derlerdi.
Dedem, kınayıcıların kınamasına aldırmaz odasına #YOzgat #Kırıksoku ve #Çorum #Gölpınar köylerinden gelen abdalları misafir ederdi.
#Muharrem Usta da oğlu #Neşet ile çok kez #Çorum/#Hüseyinağbad-#Alaca- nın Küçük #HIRA köyündeki bizim odada misafir olup köylümüze saz çalıp muhabbet meclisi kurmuşlardır..
...
Yılar sonra..
1980 lerde ..
Demetevler 14. durak da Zıraatbankası #Demetevler şubesi karşısında bulunan #MİRZA HAN da radyo-tv atölyesi açtım..
Bir delikanlı ara sıra amlifikatör denen ses yükselteci getirip tamir ettiriyor..
Muhabet esnasında karşıda Bankanın üstünde oturan "LEYLA" hanımın diyor.
Leyla hanımın, gazinolarda türkü söylediğini söylüyordu..
...
Meğer o #LEYLA, sonradan ünü dünyayı tutacak olan ve bizim odanın eski müdavimi #NEŞET #ERTAŞ'ın #LEYLASI imiş.
...
Sonradan öğrendim ki Leyla hanımın "teknik müdürü" olmuşuz da haberimiz yok muş..
...
Tıpkı genç yaşında ölünce meşhur olan
Türkiye Gazetesi Ankara Temsilcisi iken 1 Haziran 1988 günü görevli olarak gittiği Büyük Ankara Oteli’nde meydana gelen menfur bir saldırı sonucu 40 yaşında vefat eden
Erdoğan Yavuzlar dönemi Çankaya Belediyesi basın müşaviri Mevlut Işık , gibi
https://www.facebook.com/necati.cavdar/posts/pfbid0GGFbvw9r4fNGHDKCFPip2aN6zXZHMdwGeMUbRsqPDtzuoZ1eyJxoGPrUuGxvKBcul
ULU TÜRKMEN NEŞET ERTAŞ
Sultan Alparslan’ın Anadolu’nun kilitini Malazgirt’te açmasından sonra silahsız gönül erleri bölük bölük girmeye başladılar. Bunlardan biri de İslamiyet öncesinin ulu şamanları Anadolu Abdalları idi. Türklerin İslamiyet dairesine girmesinden sonra ulu şamanlar ellerinde sazıyla Anadolu’yu Türkleştiren gezgin kültür elçileri oldular. İşte bu Anadolu Abdalları, ulu şamanların son temsilcilerinden biri de Neşet Ertaş’tır.
Kimdir Neşat Ertaş?
Millet belleğinde efsane türkülerin yorumcusudur her şeyden önce. “Zahidem” le başlayan efsane “Mühür gözlüm”, “Tane tane benleri var yüzünde”, “Niye çattın kaşlarını”, “Leyla”, “Evvelim sen oldun ahirim sensin”, “Gönül dağı”, “Hata benim”, “Yalan dünya”, “Neredesin sen”, “Zülüf dökülmüş yüze” gibi başyapıtlarını hafızamıza granit harflerle yazdı.
Neşet Ertaş yorumlarında kendine has tavrı ile bir deha, sazında özgün bir mızraptı. Daha ezginin başlangıcında “İşte bu Neşat Ertaş sazı” dedirten özgün bir tınısı vardı.
Anadolu Türklüğü’nün tasavvuf kültürüne yaslanan muhteşem yorumları ve saz tavrı ile ortaya görkemli bir estetik çıkıyordu. Bu toprakların bin yıllık acıları, özlemleri, yiğitliği, dilekleri Neşet Ertaş türkülerinde damıtılıp ruhumuza bir volkan gibi akıyordu.
Neşet, babası Muharrem Ertaş’ın çırağı idi. Muharrem Usta erişilmez bir zirveydi. Neşet Ertaş babası için “O benim ruh ikizim” diyordu. Böyle bir ustanın çırağı olmak büyük bir şerefti. Ama oğul Ertaş daha büyük bir şerefe nail oldu: Yaslandığı geleneği zamanın ilgileriyle zenginleştirip yeni boyutlar kazandırıyor ve Muharrem Usta’yı aşıyordu.
Tarihteki ataları Anadolu’yu uçtan uca fethettikleri gibi Neşet Usta da Anadolu’daki Türk gönülleri ezgileriyle, türküleriyle fethetmişti.
Zeki Müren yetmişli yıllarda Türk müziğinin imparatorudur. Halk konseri için Aydın’a gelir. Kadrosunda Yıldırım Gürses, Ajda Pekkan gibi isimler vardır. Bu muhteşem üçlünün konser salonu bomboştur çünkü aynı caddede kara kuru bir adamın, Neşet Ertaş’ın tek kişilik konseri vardır. Halk içeri girebilmek için birbirini ezmektedir. Bu kara kuru adamın pantolonu kemerinden dışarı taşmakta, pejmürde ceketini çıkarıp sandalyesine asmak için ezik bir edayla halktan izin istemekte, sol eline sazını alıp, sağ elini yere sürüp, oradan kalbine koyup “sizin ayağınızın turabı olurum” gibi sözler sarf etmektedir.
Bu kara kuru adam sazının üstüne yumulduğunda saz saz değildir artık; saz bir devlet olmuştur... Türküsüne başladığında türkü değildir artık; türkü bir millet olmuştur... Salondaki dinleyiciler de Neşet Usta’nın sazı ve türküsüyle bütünleşip tek yürek, tek millet olmuştur...
İşte Neşet Ertaş’ın büyük sırrı.
***
Madalyonun birinci yüzünde ezgiler, türküler, başarılar ve fetihler vardır. Şimdi Neşet Ertaş madalyonunun ikinci yüzünü çevireceğim.
Muharrem Usta yoksul mu yoksuldu. Tek gözlü toprak evinin geçimini temin etmek için düğünlerde çalgı çalar, türkü çığırırdı. Tek başına çalışması yetmeyince köçeklik yaşına geldiğinde diğer oğulları gibi Neşet’in de eline kaşık verip oynatırdı. Düğün evinde bazen eli açık misafirler olurdu. Neşet’in alnına birkaç kağıt para yapıştırıldığında dünyalar Muharrem Usta’nındı artık... “Para basma” denilirdi bu geleneğe. Oğul Neşet alnına para bastırmak için sınırlarını zorlar, bütün hünerlerini sergilerdi.
Düğünsüz geçen günlerde ailecek işsiz kalırlardı. Hanelerine un lazımdı, bulgur lazımdı halbuki. Muharrem Usta oğullarını “deşirmek için” köylere gönderirdi. Ortası delik boyun torbasını küçük Neşet’in boynuna takan ağabeyi ile hane hane gezerek öndeki torbaya un, arkadakine bulgur doldururdu. Boyun torbasının ağırlığı ile küçük Neşet’in bacakları titrerdi ama dayanması lazımdı ve ses etmezdi.
Bir gün ağabeyine şöyle dedi:
“Bugün de ben deşireyim, sen taşı.”
Ağabeyi kabul etti bu teklifi. Ama öğleye kadar gezdiler, torbaya ne bir tas un, ne bir tas bulgur dökemediler.
Küçük Neşet deşiriciliği becerememişti. Mecburen torbayı yeniden boynuna taktı, yeniden gözleri feldirdemeye, bacakları titremeye başladı.
Neşet Ertaş yoksullukla, eziklikle geçen o çocukluk yıllarının etkisini son günlerine kadar hep üstünde taşıdı. “Garip” mahlasını kullanması da belki bu yüzdendi.
Kırşehir’in yerleşik Türkmenleri, abdalları hep aşağıladılar. Gezgin abdallar yerleşik hayata geçtiklerinde bu defa onlar göçebe abdalları aşağıladılar. Anadolu bozkırında bu acımasız döngü asırlar boyu devam etti.
Muharrem Usta oğul Neşet’in ilk göz ağrısı Leyla için çığırdığı türküde şöyle der:
“Alma dedim göçebenin kızını” .
Neşet Usta’nın ruhunu pişiren, olgunlaştıran, gönül telini dokunaklı kılan bu yoksulluklar, bu ezilmeler, bu acılar mıydı acaba?
“Hep sen mi ağladın, hep sen mi yandın?
Ben de gülemedim yalan dünyada.
Ah yalan dünyada, yalan dünyada,
Yalandan yüzüme gülen dünyada”
Diyen Neşet Ustam, Ulu Türkmenim... Gittiğin dünyada gülesin inşallah!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder