03 Eylül 2008

FRANSA'daki KÜÇÜK HIRKA


KÜÇÜK HIRKA'DAN , FRANSA'YA

Nasip olursa Fransa'da ki Küçük Hırka'ya yer vereceğiz.
Kaç hane, ne zaman gittiler, ilk gidenler?..
Şu anda ne iş yaparlar gibi sorulara cevap vereceğiz.
Şimdilik - teşekürlerle -Sedat Buzağcı kardeşimizin bize ulaştırdığı Küçük Hırkalıların kümendiği bölgeyi gösteren bu resimle yetinelim..
Devamı gelecek, inşallah..

............
Ve geldi..(20 Aralık 2008) FRANSA’DAKİ KÜÇÜK HIRKA İÇİN BİRKAÇ NOT:
Türkiye’deki Küçük Hırka’dan daha fazla aile Fransa’da yaşıyor.
Küçük Hırka’dan Fransa’ya göçle ilgili olarak Sedat Bozağc’ıdan aşağıdaki bilgiler geldi. 1960larda Türkiye’den Almanya’ya işçi göçü başlar.
Bölgede ekonomik olarak en iyi durumdaki köylerden biri olan Küçük Hırka’dan bu akına ilk başlarda katılanlar olmaz.
Yabancı bir diyar, ne olacağı belirsiz bir yolculuk, bizim köylüleri çekmez.
Ancak çevre köylerden Avrupa’ya işçi akını çoktan başlamıştır.
1970lere gelirken bizim köyden de ilkler Almanya’nın yolunu tutar.
Süleymanın İhsan(Aykaç),
Derabağın Muhlis(Danlı),
Mıstılının İbrahim..
Nazilinin Asım...
Bunlar; ilk gidenlerdendir.
Onların, izin günlerinde köye gelip anlattıkları..
Köylünün sabahlara kadar, onlardan diledikleri “Alamanya” hikayeleri ilgilerini çeker.
Hoş bazılarının dediği yada endişelendiği gibi gidenler; hiç de “gavur olmamıştır”
Yine İslam, yine Türk
Hem de bütün varlıkları ile
O zaman geriye ne kalıyor?
Vatan, eş dost, yar yaran özlemi..
Ona da katlanacaklardır.
Vatan, yar , yaranın istikbali için, sırlayacaklardır sıkıntıları..
Zaten memlekette kalsalar "ala yorganı "sıtlayıp, çalımak için Ankara vs gibi gurbet yollarına düşmeyecekler mi?
Düşerler yola..
Gidiş o gidiş.
Önce Almanya..
Fransa..
Belçika..
Soraları İtalya vs diğer ülkeler şeklinde sürer yolculuk.
Bu uzun yolculuğun hikayesini -Allah nasip ederse- hayatta kalan kahramanlarından dinleyip kayda alırız.
Biz şimdilik bu yolculuğun Fransa ayağının başlangıcı ve geldiği noktayı - kelimesi kelimesine kendi dilinden anlatması için- isterseniz Fransa'ya dönüp Sedat’a kulak verelim.
“Fransa ya yerleşen bizim köylülerimiz 1972 yılında Recep Anbar’ in abisinin (Nazilinin Asım) yanına Almanya’ya gelmesi ile başlamıştır.
Recep Anbar, Almanya’ya gelir.
Daha sonra kağıt (çalışma ve oturum izni)almak için başvurduğunda Almanya’da kağıt alamaz. Çalışmak ve oturma izni için bu arada Fransa’ da verdiklerini öğrenirler Fransa’ ya gelir.
Burada bizim bulunduğumuz bölge ye 74 bölgesine yerleşir. 74 buranın plakasıdır. Daha sonraları köylülerimizden Pasa olarak bildiğimiz İsmet Özbahar(Haşimin Paşa), Ahmet Arslan(haniğin Ahmet), Gazi Bellek(Kiçik Halil’in oğlu) ve kayınpederi Eyyup Kömürcü ( Çakırın Eyup)gibi köylülerimizi bu bölgeye getirerek burada yasamaya tutunmuşlardır.
O zamanlarda gelen büyüklerimiz çok büyük zorluklar çekmişlerdir. Ev bulamama durumu, dil konusunda büyük sıkıntılar çekmişlerdir. Daha sonraları köylülerimizden akrabası burada bulunan akrabasını veya akrabası olmadığı halde yardımcı olarak buraya getirmişler yardımcı olmuşlardır.
Bu sayede su an köylülerimiz burada benim topladığım bilgilere göre 102 hanedir. Köylülerimizden burada önceden gelenler inşaat üzerine başlamışlardır ve su ana kadar da çoğunlukla inşaat sektöründe çalışan bir çok köylülerimiz vardır. Bir kac tanede fabrikada çalışan köylülerimiz de vardır, birde pazar sektöründe uç dört kişi bulunmaktadır. Köylülerimiz genelde buralarda iki şehirde toplanmış bulunmaktadır.
Birincisi (annemasse) Türkçe de “anmas “ diye bilinen yer. Diğeri de (cluses) “kulus” denen yerdedir. Anmas’da bulunan köylülerimiz Alaaddin hocanın bulunduğu dernekte toplanırlar.
Kulus denen yerdekiler ise diyanetin üzerine alınmış olan dernekte buluşurlar. Buradaki köylülerimizden inşaat sektöründe ilerleme sağlayan fazla yoktur.
Sebep olarak ta çalışıp kazanılan paraların Türkiye’ye yatırımın yapılmasıdır. Burada ilerlemek için bir gayret yoktur.Büyük olarak “fidayet” Çavdar’ in oğlu İbrahim Çavdar... İsmail Şahin’in oğulları.. İsmet Özbahar’ınr oğulları ilerlemeye çalışmaktadırlar.

Bizim bulunduğumuz bölge İtalya’ya 100 km.. Cenevre’ye “anmas” ile sınır. Bize “kulus” bölgesine 35’ km dir . Lyon bölgesine 200 km ‘dir.bulunduğumuz bölge dağlık olup yükseklerde kar kisin ve yazın kar eksik olmaz. En yüksek zirvesi 4807 metre ‘dir.
Buranın havası nemli olup yaz ayların da sıcaklığın en fazla 30 derecede olduğu halde insani sıkar.
Türkiye’den sonradan bizim gibi ithal gelen arkadaşlarımız alışma konusunda zorluklar çekilir; havasına, suyuna, diline alışma konusunda. Ama eskiden ilk gelenler gibi olmaz. Tabi ki yeni gelenlerin yuvası hazır olur. Birde eskisi gibi Türk az bulunmadığından dil konusunda bir Türk arkadaş bulur ve sıkıntısını giderir. Burada Türklerin sadece tek sikintisi olur su an için, vatan sıkıntısıdır. Ne kadar olursa olsun rahatlık ille de vatanimiz, koyumuzdur,koylumuzdur..
Buradan ben Sedat Bozağci olarak bu bilgileri topladım. Eksiklerim olabilir. Bilgileri daha fazla bulunan arkadaşlarımız Necati Çavdar’ a ulaştırabilirler.
Birde size kömürcü ve anbar larin düğünün de çekilmiş köylülerimizden resimler vardır. Bunları sizinle paylaşıyorum.
Yeni fotoğraflar eklemeye devam edeceğim selamlar ......
gurbetten Sedat Bozağci
GURBETTE DÜĞÜN

Fransa'daki Küçük Hırkalılar, bayram ve düğn gibi özel günlerde bir araya gelmeye özen gösterirler.
Seyfet Komurcu'nun oglu ile Muammer Anbar'in kızının duğununden fotoğraflar.






























MİLLİ MAÇ HATIRASI

TüRKİYE- AVUSTURYA futbol karşılaşması 2008 de İsviçre'de yapıldı. Maça gurbetçiler akın ederek Millileri yalnız bırakmadılar.
Maça gidenler arasında bizim köylülerde vardı.
Bunlardan Sedat Buzağcı, o günü hatırlamak için bu resimle ölümsüzleştirdi.

FRANSA CLUSES'dan MANZARALAR


Fransa'da "mont blanc" dağlarından görünümler.
Mont Blanc' dağının 2008 sonbaharı ile 18 Şubat2009 günü Sedat Bozacı'nın CLUSES'deki evinin balkondan görünüşü..
Ve yine CLUSES(kulus)dan çekilmiş 2009 Şubatına ait kış manzaraları ..
Birinci resimde "Mont Blanc" dağından beslenen nehir görülüyor
Avrupa ve Alpler'in en yüksek dağı olan Mont Blanc'ıngüneyde kalan ana gövde İtalya'da kalır. Dağın kuzeyi Fransadadır. İtalya'da kalan bölüm "Monte Bianco" ismini alır ve (her ikisi de "Beyaz Dağ" diye bilinir.Zira Dağın en yüksek kısmı 4.792 m'yi bulur. Dağın zirvesinden 2.440 m yüksekliğe kadar yamaçları, 28 metreye kadar ulaşan kalınlıkta buz takkesi ile örtülü olduğu için her zaman zirve bayaz kalır.
////////////////////OOOOOOOOOOOOOOOO//////////////////
YARADILANA ÇARPAN BİR YÜREK
Bizim köylülerin Fransa'da yaşadığı KULUS(CLUSES)den bahstmişken, insanlık ve toptan "yaradılmışlar" için çarpan yürekden bahsetmek olmaz.
Bizim gibi o'da kanayan yara Gzaze'den bahsetmiş.
Ve bunu CLUSES''de yağan kar nedeniyle sıkıntıya giren kuşla özdeşleştirmiş..
buradan geçen "Yaradılanlara çarpan yüreğe "değeinmeden edemedim..
"Ağlayan Bir Yer

Yakın bir geçmişe kadar geleceğin Filistin devleti olacağı düşünülen, ancak şu anda dünyanın en büyük hapishanesi (Gazze) ve dünyanın en büyük bekleme salonu (Batı Şeria) olan yerden döndükten birkaç gün sonra bir rüya gördüm.
Kum taşlarından oluşan bir çölün ortasında belime kadar çıplak bir halde yalnız başıma duruyorum. Bir başkasının eli yerden bir avuç toz-toprak alıyor ve göğsüme fırlatıyor. Bu, saldırgan değil, düşünceli bir davranış. Toprak, göğsüme ulaşmadan değişiyor ve yırtık kumaşlara, muhtemelen de keten kumaşına dönüşüyor. Kumaş gövdemi sarıyor. Sonra, bu yırtık pırtık çaput parçaları kelimelere, cümlelere dönüşüyor. Benim tarafımdan değil, bu yer tarafından yazılmış kelimelere, cümlelere…
Bu rüyayı hatırladığımda, aklıma yerle bir ifadesi geldi.
Tekrar tekrar. Bu kelime, toprak dışında her şeyin, ama her şeyin silinip süpürüldüğü, çalındığı, darmadağın edildiği, dümdüz edildiği bir yeri veya yerleri tarif ediyor.

* Ramallah’ın batı tarafında Al Rabweh adında küçük bir tepe var. Tokyo sokağının hemen sonunda. Şair

Mahmut Derviş bu tepeye gömülmüş. Ama burada bir mezarlık yok. Sokağın adı Tokyo, çünkü şehrin Kültür Merkezi bu sokağın üzerinde ve tepenin tam ayağında. Bu Kültür Merkezi Japonya’nın sağladığı fonla inşa edilmiş. Derviş, şiirlerinin bazılarını son kez bu Merkezde okudu - ne var ki kimse bunun son kez olduğunu o zaman bilmiyordu. Issızlık anlarında son kelimesi ne anlama geliyor? Mezarı ziyaret ettik. Bir mezar taşı var. Kazılmış olan toprak hala çıplak. Derviş’in arkasından yas tutanlar oraya küçük buğday demetleri bırakmışlar. Aynen şiirlerinden birinde söylediği gibi. Kırmızı anemonlar, kağıt parçaları ve fotoğraflar da var.

Doğduğu ve bugün annesinin hala yaşadığı yer olan Celile’de

gömülmek istemişti Derviş. Ancak İsrailliler buna engel oldular. Cenaze için onbinlerce kişi Al Rabweh’te toplandı. Derviş’in 96 yaşındaki annesi kalabalığa seslendi:
“O hepinizin oğlu.” Henüz ölmüş veya öldürülmüş olan sevdiklerimizle ilgili konuşurken tam olarak hangi zamanda konuşuruz? Kelimelerimiz, normalde olduğundan çok daha yakın, çok daha ‘şu an’ gibi gelen bir zamanda çınlıyormuş gibi gelir. Aynı sevişirken, yakın bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığımızda, geri dönülmez bir karar verirken, veya tango yaparken hissettiğimiz gibi…

Yaslı kelimelerimiz ölümsüzlükte çınlamaz ama, belki de ölümsüzlük alanının küçük bir galerisindedirler.

* Şu anda terk edilmiş olan bu tepede, Derviş’in sesini hatırlamaya çalıştım. Bir arı yetiştiricisinin sakin sesine sahipti:

“Bir kutu taş yaşayanların ve ölülerin, kovandaki bir petekte tutsak kalmış arılar gibi kuru kilde hareket ettiği…
Kuşatma her sıkılaştığında çiçek açlığı grevine girerler

Ve denizden acil çıkışı göstermesini isterler.”
Sesini aklımda canlandırırken, toprağa, yeşil otlara oturma ihtiyacı hissettim. Oturdum.
Al Rabweh, Arapça’da “üzerinde yeşil otlar olan tepe” anlamına geliyor. Kelimeleri geldikleri yere geri döndü. Ve başka hiçbir şey kalmadı. 5 milyon kişinin paylaştığı bir hiçbir şey. 500 metre ilerideki diğer tepe bir çöplük. Kargalar daireler çizerek üzerinde uçuşuyor. Birkaç çocuk çöpleri karıştırıyor. Bu yeni kazılmış mezarın yanında otların üzerine oturduğumda beklenmedik birşey oldu.
Olan şeyi tarif edebilmek için başka bir olayı anlatmam gerekiyor.

Birkaç gün önceydi. Oğlum Yves araba kullanıyordu. Fransız Alpleri’ndeki Cluses kasabasına doğru yol alıyorduk. Kar yağmıştı. Dağ etekleri, ovalar ve ağaçlar beyazdı. İlk karın beyazlığı genelde kuşları şaşırtarak, mesafe ve yön duygularını bozar. Birden, arabanın ön canıma bir kuş çarptı. Dikiz aynasından bakan Yves, kuşun yol kenarına düştüğünü gördü. Frene bastı ve geri vitesi taktı. Küçük bir kuştu, bir narbülbülü. Sersemlemişti ama hala yaşıyor ve gözlerini kırpıştırıyordu. Onu karların içinden aldım, elimde sıcacıktı, sımsıcak. Kuşların bize göre çok daha yüksek bir vücut ısısı var. Yolumuza devam ettik. Zaman zaman onu kontrol ettim.
Yarım saat içerisinde ölmüştü. Onu alıp arabanın arka kolduğuna koydum. Beni şaşırtan ağırlığı olmuştu. Onu karların içinden aldığımdan daha hafifti. Emin olmak için onu bir elimden diğer elime geçirdim. Sanki hayattayken sahip olduğu enerji, yaşam savaşı, ağırlığına ağırlık katmıştı. Şimdi ise sanki hiç ağırlığı yoktu.

Al Rabweh tepesindeki otlarda otururken buna benzer birşey oldu. Mahmut’un ölümü onun ağırlığını ortadan kaldırmıştı. Geriye sadece kelimeleri kalmıştı.
* Aradan, felaket öncesi sessizliğe gömülmüş aylar geçti. Şimdi ise, felaketlerin hepsi bir deltaya akıyor. Bu deltanın adı yok. Adını, sonradan, çok sonradan gelecek olan coğrafyacılar koyacak. Bugün bu isimsiz deltanın acı sularında yürümek dışında yapacak hiçbirşey yok.
* Dünyanın en büyük hapishanesi Gazze, bir mezbahaya dönüşüyor. Şerit kelimesi (Gazze Şeridi’ndeki), 65 yıl önceki getto kelimesi gibi, kanla ıslanıyor. Bombalar, mermiler, fosfor ve GBU39 radyoaktif silahları, makineli tüfek ateşleri, Israil Savunma Gücleri tarafından gece gündüz havadan, denizden ve karadan 1.5 milyonluk sivil nüfusun üzerine yağdırılıyor. Ölü ve yaralı sayısı, İsrail tarafından Şerit’e girmeleri yasaklanan yabancı medyanın yaptığı her haberde biraz daha artıyor. Ancak kritik rakam şu ki; her İsrailli ölüye karşılık, 100 Filistinli ölüyor. Bir İsrailli’nin hayatı 100 Filistinli’nin hayatına bedel. Bu varsayımın yansımaları, bunu kabul edilebilir ve normal gibi sunmaya çalışan İsrail sözcüsü tarafından sürekli tekrarlanıyor.

Katliamı salgın hastalıklar izleyecek; çoğu ikamet yerinde su ve elektrik yok, hastanelerde doktor, ilaç ve jeneratör sıkıntısı var. Katliam abluka ve kuşatmayı izledi. Dünyanın her yerinden protesto sesleri yükseliyor. Ancak dünya basınları, ve gururla sahip oldukları nükleer bombalarıyla, zenginlerin hükümetleri, İsrail’I, Savunma Güçleri’nin işledikleri suçların görmezden gelineceğine temin ediyor. *

“Ağlayan bir yer girer rüyamıza,” demişti Kürt şair
Bejan Matur. “Ağlayan bir yer girer rüyamıza ve bir daha çıkmaz.” Yerle bir olmuş topraktan başka hiçbir şey. * Dört ay önce Ramallah’ta yeraltındaki terkedilmiş bir park yerindeydim. Burası görsel sanatlarla uğraşan küçük bir grup Filistinli tarafından çalışma alanı olarak kullanılıyor. Bunların arasında
Randa Mdah adında bir heykeltraş kadın var. Onun tarafından tasavvur edilerek yapılan “Kukla Tiyatrosu” adlı enstalasyona bakıyorum. Duvar gibi dik duran, 3 metreye 2 metre boyutlarında bir alçak kabartma var. Önünde, yerde, üç figür duruyor. Tel, polyester, cam elyafı ve kil armatürün üzerine kabartmayla omuzlar, yüzler, eller yapılmış. Yüzeyler renkli – koyu yeşiller, kahverengiler, kırmızılar.
Kabartmanın derinliği, Ghiberti’nin yaptığı ve Floransa’daki Vaftizhane’nin bronz kapılarından birininki ile aynı. Ve nesnelerin uzakta olduğunu belirtmek için ufaltarak gösterme tekniği ve çarpıtılmış perspektifler neredeyse aynı ustalıkla ele alınmış. [Heykeltraşın bu kadar genç olduğunu asla tahmin edemezdim. Henüz 29 yaşında.] Alçak kabartmanın duvarı, sahneden bakıldığında tiyatrodaki seyircilerin andırdığı “çit”e benziyor. Öndeki sahnenin zemininde gerçek insan boyutlarındaki figürler duruyor, iki kadın ve bir adam. Aynı malzemeden yapılmışlar ama kullanılan renkler daha soluk. Bir tanesi seyircinin dokunabileceği mesafede, bir tanesi iki metre geride ve üçüncüsü iki katı uzaklıkta. Günlük kıyafetler giyiyorlar, bu sabah giymeyi seçtikleri kıyafetleri. Gövdeleri tavandan sarkan üç yatay tahta parçasına iliştirilmiş kordonlara bağlı. Bu insanlar kukla; olmayan veya görünmeyen kukla oynatıcıları da onları kontrol etmek için bu tahta parçalarını kullanıyor. Alçak kabartmadaki bir yığın figür gözlerinin önündekine bakıyorlar ve ellerini ovuşturuyorlar. Elleri kümes hayvanı sürüsü gibi. Hiçbir güçleri yok. Ellerini ovuşturuyorlar çünkü müdahale edemiyorlar. Onlar alçak kabartma, üç-boyutlu değiller ve bu nedenle gerçek dünyaya girip müdahale edemiyorlar. Onlar sessizliği temsil ediyor. Görünmeyen kukla oynatıcısının kordonlarına bağlı üç gerçek ve titreyen figür hızla kafa üstü yere fırlatılıyor. Ayakları havada. Tekrar tekrar fırlatılıyorlar, ta ki başları yarılana kadar. Elleri, gövdeleri, yüzleri ıstırap içinde kasılıyor. Bitip tükenmeyen bir ıstırap. Ayaklarında bunu görebiliyorsunuz. Tekrar tekrar. Alçak kabartmanın hiçbir gücü olmayan izleyicileri ve yerdeki iri ve biçimsiz kurbanları arasında yürüyebilirdim. Ama yürümedim. Bu çalışmada, başka hiçbir yerde görmediğim bir güç var. Üzerinde durduğu zemine hakim olmuş durumda. Dona kalmış izleyiciler ve can çekişen kurbanların arasındaki öldürme alanını kutsal kılmış. Bir park yerini yerle bir edilmiş bir alana çevirmiş. Bu çalışma Gazze Şeridi’nde olacakların kehanetiydi. * Filistin Otoritesi’nin kararıyla Mahmut Derviş’in Al Rabweh tepesindeki mezarı tellerle çevrelendi ve üzerine camdan bir piramitinşa edildi. Artık yanına çömelmek mümkün değil. Ancak kelimeleri kulaklarımıza geliyor, bu kelimeleri tekrar edebiliyoruz.

Volkanların coğrafyasında yapacak işlerim var

Issızlıktan yıkıma

Lott'un zamanından Hiroşima'ya

Henüz daha tanımadığım bir tutkuyla

Sanki henüz hiç yaşamamışım gibi…

Belki Şimdi uzaklara gitmiştir

Ve Dün, yakınlaşmıştır

Tarihin kıyılarında dolaşmak için
Şimdi'nin elini tutuyorum
ve dağ keçilerinin kaosuna sahip

döngüsel zamandan kaçıyorum

Elektronik zamanın hızıyla

Yarınım nasıl kurtarılabilir?

veya çöl karavanımın yavaşlığıyla?

Sonum gelene kadar işim var

sanki yarını hiç görmeyecekmişim gibi

ve burada olmayan bugün için yapacak işlerim var

Bu nedenle dinliyorum yavaşça

Kalbimin karınca vuruşlarını...(JB/EA/EÜ)

* İki alıntı da Derviş’in Jidariyya (Mural) adlı şiirinden yapılmıştır.
**(John Berger'in Irish Times'da yayınlanan yazısını Esra Aygın Türkçeleştirdi. Bianet’ten alınmıştır.)"

KAYNAKLAR:
http://www.versohaber.com/index.php?

option=com_content&task=view&id=301&Itemid=2

http://www.yuksekovahaber.com/news_detail.php?id=11236
////////////////////////////////////
FRANSA’DA Kİ KÜÇÜK HIRKALILAR
DÜĞÜN DOLAYISIYLA
BİR ARAYA GELDİLER.
Ceniklerden Hasan –Semiha Taş çiftinin oğulları Bekir ile Şahbazlardan Selahattin Şahinin (Gildi bacının İsmailin torunu) kızının düğünü “Mont blanc” diye bilinen Batı Alpler’in bir parcasi olan”ve Fransa –İtalya sınırındaki Les houche” denilen turistik bir köyde yapıldı.
26 Nisan 2009 Pazar günü gerçekleştirilen düğünün yapıldığı yer; resimde görüldüğü gibi arkada dağda kar,aşağısı yeşillikler içinde güzel bir manzarası olan dağ köyündeki salonda idi.
Resimlerde düğüne katılanlardan bir kısmı görülüyor.
Resimdekiler soldan saga Tükenmiş’in Mehmet (Çoban), Haşim’in Murat (Özbahar) ,Annemasse camisinin imamlarından Alaeddin Özdemir , Gıdışın Garbin Mehmet (Çapraz), Annemasse (anmas) cami derneği yani başkanı Mehmet Özbahar( Paşa’nın oğlu Memo),Nalcı İzet’in oğlu Necip Danlı, Mahmıdın Alinin Hasanın oğlu Erdal ve Ercan Yazıcı , Mehmet Kağın oğlu Ercan Öztürk ile Kızı gelin olan Selahattin Şahin .. Diğer arkadaş Lozan da kalıyor ve bizim koyun (annemasse) camisine gelip gidenlerden birisi Alican olarak biliniyor.
İkinci resimde; (soldan-sağa)Gözlüklü olanlarHabibin Garip(danlı), Mahmudun Mehmet(Danlı), Alalattin(Özdemir) Hoca ile diğerleri..
Malum insanlar her zaman bir araya gelemiyor...
Dolayısı ile toplu resim bulmak zor.
Düğünden sonra; Alaattin hoca gitmek üzere arabaya biner.
Sedat Buzağcı,"Koy sitesi icin bir araya gelin de fotograf cekecegim..
Fotoğraf makinası ile geliyorum.. Gitme bir hatıran kalsın " der.
Alaatin Hoc'da arabaya bindiği halde,
" Ölursem.. Ula git .. Getirde... Çek" diye cevaplayarak Sedat'ı bekler ve topluca resim çektirirler..
İyide ederler..
Alaadin hocamıza hayırlı, bereketli sağlıkla uzun ömürler diler,Sedat'a da emeği ve ilgisi için teşekür ederiz..
Diğer resimlerde de ise bizim Hidayet emminin oğlu İbrahim Çavdar ile köyümüzün Fransa'daki diğer gençleri görülüyor.


Allaatin hoca........... 
1 Haziran 2022
https://www.facebook.com/photo/?fbid=1507413323007048&set=a.217807991967594



FRANSA
TÜRK FEDERASYON
ANNEMASSE TÜRK - İSLAM KÜLTÜR OCAĞI


FATİH CAMİİ

Cluses caminin dışardan görünümü








Kücük Hirka köyünden bayanların camiye katkı için yaptıkları çalışmalar...









Bu çalışmalara bizim köyden katılanlar şöyle :

Mina Çavdar(Mine Bacı- Adil ağanın kızı -Hidayet Amcamın hanımı),
Hürü Ozbahar (Körülü Emmimin kızı- Kitinin İsmet'in hanımı),
Ayşe Danlı(İkbalin Ömerin kızı- Nalbant İzet'in Necp'in hanımı),
Nurdane Toprakcı(Halil Kağın İzet'in hanımı ),
Hacer Özturk(Memiş'in Haydarın kızı Şerifin Hüseyinin Hikmet'in hanımı) ,
Altın Danli (Körvelinin Memmet'in hanımı)
Saniye Danlı (Efe Mehmedin kızı - Takavitin torunu rahmetli Hasan'ın hanımı )
ve yan tarafda başka yerden bir kaç kişi diğer bayanlar
ALMANYA'DA Kİ KÜÇÜK HIRKA
Fransa'daki Küçük Hırka demiştik.
Almanya'daki Küçük Hırkadan'da ses ve SELAM geldi..
Muhlis-Hasan-Necip-Elvan-Osman Danlı

Ensar Çavdar

Posted by Picasa

Ensar'ın itler

Posted by Picasa

Arslan Özçelik

Fransa'da ki Küçük Hırka'dan Arslan Özçelik:
Arslan'ın Türkiye'de üç evi oldu.

Üçüde cami yanında

Köydeki evini camiye

bağışladı.Şuan gasilhane binasının olduğu yer onun evi idi

Çorum'dak evi de Camii yanında idi

Şu an Alaca'da oturduğu ev, Ankara 'ya giderken sağdaki en son camii yanında..

Posted by PicasaYıllar sonra 24. Temmuz 2008 günü Fatih'in düğün için geldiği köyde görüştüğümüz Arslan, "Temizlik imandan..

Pislik ve yalancılık sülaleyi takip eder" diyor..